Çocuk terbiyesi ve din eğitimi nasıl olmalı; çocuklara Allah'ı nasıl anlatmak gerekir?
Çocuk terbiyesi ve din eğitimi nasıl olmalı; çocuklara Allah'ı nasıl anlatmak gerekir?
Deneysel psikoloji, okul
çağına kadar çocukta sanatsal bir düşünce biçimi olduğunu ileri sürmektedir.
Buna göre çocuk gördüğü her şeyin bir insan eliyle yapıldığını; güneş, ay,
yıldızlar, denizler vs. gibi zor şeylerin de daha güçlü ve daha büyük bir insan
tarafından yapıldığını düşünmektedir.
Çocuktaki bu "büyük işleri büyük insan
yapar" düşüncesi ileride, soyut zekânın gelişmesi ile
birlikte, "Allah,
yoktan var eden, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, kâinatın tek
sahibidir." inancını kolay kabul etmesini sağlamaktadır.
Deneysel psikolojiye göre bir
çocuğa Allah inancı verilmese bile, bu sanatsal düşünce yeteneği sayesinde
kâinatın bir yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu kolayca bulabilecektir. Çocuk ayrıca
soyut zekânın işlemeye başladığı okul yaşına kadar -her şeyi
canlı kabul eden- bir dünya görüşüne sahip olduğu için, Allah'ı büyük bir
insana benzetmekten kurtulamaz. Bu yüzden çocukların "Allah
nerede oturuyor? Allah'ın evi var mı? Allah'ı neden göremiyoruz?" gibi
sorularını anlayışla karşılamalı, onlara kızmamalıyız.
Bazı anne ve babaların "Allah
gökyüzünde oturur. Allah cennette oturur." şeklinde
cevaplar verdiğini duyuyoruz. Allah mekândan münezzeh olduğu için, bu cevaplar
İslam itikadına aykırıdır.
Çocukların en çok sordukları
sorular "Allah nerede?", " Allah'ı niçin
göremiyoruz?" sorularıdır. Bu soruya klasik cevabımız, "Allah'ın
bizim gibi maddî bir varlığı yok. Bu yüzden Allah hiç bir yerdedir. Ancak,
Allah'ın yarattığı varlıklar her yerdedir ve yarattığı bu varlıklardaki görünen
güzellik, mükemmellik gibi özellikleriyle de her yerdedir." şeklinde
olabilir.
Bir ailenin aktardığı şu örnek
bizim de işimize yarayabilir:
O sıralarda çocukları baba ve
anneye "Allah nerede, niçin
göremiyoruz?" sorularını sormaktadır. Bir gün başka bir ilde oturan
babaanne torunlarına özel bir su böreği yapar ve bir akrabalarıyla yollar. Su
böreğini yerken babanın birden aklına gelir.
"Çocuklar, şimdi
babaannemiz nerede?" diye sorar.
Çocuklar babaannenin oturduğu
ili söylerler. Babanın,
"Bu börekleri kim yaptı ve
yolladı bize?" sorusunu çocuklar,
"Babaanne!.." diye
cevaplarlar. Baba yine sorar:
"Nerden biliyorsunuz onun
yaptığını?"
"Çünkü bu güzel
su böreğini babaanne yapıyor." diye cevap verir
çocuklar. Baba burada şu yorumu ekler:
"Biz babaanneyi
göremiyoruz gözümüzle. Ancak onun yaptığı bu börek yoluyla onu tanıyor ve
biliyoruz. Ayrıca o İstanbul'da olmasa da, yaptığı börekle şimdi bizim
yanımızda. Yaratıcımızı da gözümüzle göremiyoruz. Ancak yaratmış olduğu
çiçeklerle, rüzgârla, çilekle bizim yanımızda O da."
Allah'ın çok büyük olduğunu,
bizim O'nu göremeyecek kadar küçük olduğumuzu söyleyebiliriz. Allah bizi
görüyor, fakat biz O'nu göremiyoruz. Tv de görünenleri biz görürken, onlar bizi
göremiyorlar. Vazifemiz Allah'ı görmek değil, bilmek, tanımak ve sevmektir.
Sevdiğimiz her şeyi O verdi bize. Öyle ise O'nu çok sevmeliyiz. O'nu
sevdiğimizi göstermek için, O'nun istediklerini yapmalıyız., O'nun istediği
gibi olmalıyız, yani Peygamberimiz (asm) gibi... Kim o? Allah'ın
elçisi, O'nun en çok sevdiği insan. Çocuğun merakını, nazarını Peygambere
çevirirsek, O'nu düşünmesini temin edersek işimiz daha da kolaylaşır. O'nun
gibi yaşadıkça Allah bizi sevecek, daha sonra (öldükten sonra) kendisini bize
gösterecek.
Çocukların sıkça sordukları
diğer bir soru da "Allah Nasıl Bir Varlık?"
"Nasıl" sorusu
iki farklı anlamı ima eder. İlki maddî
varlık anlamındadır. Büyük-küçük, uzun-kısa gibi. İkinci anlam
ise o varlığın hususiyetlerini ima eder.
Allah maddi bir varlık olmadığı
için, maddi varlıklar için geçerli olan özellikleri olamaz. Bu aynen bu şekilde
çocuğa aktarılabilir:
İkinci anlamdaki Allah'ın nasıl
bir varlık olduğu ise çocukların gerçek ihtiyaç duyduğudur. Çocuğun duygularını
sadece "Bir Allah var. Her şeyi O yarattı." şeklindeki
bir yaklaşım tatmin edemez. Yaratıcı öyle bir yaratıcıdır ki: Rahmetli,
şefkatli, hayatı ve ölümü veren, rüzgârı harekete geçiren, ölen kuşunu cennete
yollayan, güzel, mükemmel yaratan, adaletli, anlamsız iş yapmayan, insanı çok
seven ve değer veren, kocaman her şeyi, küçücük her şeyi yaratan, hamam
böceklerini, yılanları, fareleri, koyunları en güzel ve en biçimli şekilde
yaratan, annenin kalbine kek yapma isteği koyan, anneye güzel yemekler yapma
ilhamı veren, insanların iyiliğini isteyen bir Yaratıcıdır.
Yaratıcının nasıl bir varlık
olduğu her fırsat değerlendirilerek anlatılabilir.
"Rabbimiz ağaçları ne güzel yaratmış, demek ki O çok
güzel,"
"Kediye süt verme isteği koyuyor
içimize, ne kadar şefkatli O,"
"Bulutları ne kadar düzenli
yaratıyor. Ne kadar adaletli",
"İnsanların elinin değmediği her yer
ne kadar temiz, O Kuddûs olmalı" gibi.
Çocukların Allah'ın maddî
varlığına ait sorularında ısrarcı olmalarının bir nedeni, çocuğa özellikleriyle
Allah'ın nasıl bir varlık olduğunu anlatmaktaki eksikliktir. Eğer bu eksiklik
giderilirse, çocuklar, "Allah'ı neden göremiyoruz, maddî olarak
nasıl bir varlık" şeklindeki sorularında ısrarcı olmayacaktır.
Çocuk doğruyu yanlışı farkedene
kadar ailesi tarafından yönlendirilmeli ve eğitilmelidir. Eğitimi ileride
doğruyu seçmesine yönelik olmalıdır. Çocukluğunda hiç dini eğitim almamış bir
kızdan, yirmi yaşında örtünmeyi seçmesini beklemek zordur. Çocuk bu yönde
eğitilmeli, ama bunu yaparken nefret ettirmemeye azami gayret etmeli ve
sevdirerek gerekli eğitimi vermeli...
Çocuğun Dini Eğitimi Ne Zaman
Başlar?
Çocuk terbiyesi çocuğun
doğumundan önce başlayan, peder ve validenin ortak bir misyonuyla kendilerinin
vefatlarına kadar devam eden oldukça uzun bir zaman dilimine ihtiyaç duyulan
bir süreçtir.
Bu konuda örnek göstermemizi
istediğiniz Bediüzzaman Hazretleri en önce kendi anne ve babası tarafından
doğumundan önce terbiye edilmeye başlanmıştır. Validesi ona hamile olduktan
sonra abdestsiz yere basmamakta ve doğumundan sonra da abdestsiz onu emzirmemektedir.
Pederi de aynı inceliği gösterip, geçim kaynağı olan büyükbaş hayvanlarını
tarlaya götürürken, başkalarının bağ ve bahçelerinden ot yiyip rızıklarına
haram bulaşmasın diye ağızlarını bağlamıştır.
Bu örnekte de görüldüğü
gibi, doğumdan önce peder ve valide en önce kendilerini bir terbiyeye
tabi tutmuşlardır. Bir peder ve valide, çocuğunun doğumundan önce kendi ibadet
hayatına çeki düzen vermeli, kötü alışkanlıklarından vazgeçmeye azmetmelidir.
Unutulmamalıdır ki çocuğun doğumundan sonraya bırakılacak bir iş değildir. Bir
çocuk hayatı boyunca öğrenip öğreneceklerinin hemen hemen yarısını bir ile
beş yaş arasında öğrenmektedir. Bu döneme ailenin iyi
hazırlanması gerekir.
Çocuk terbiyesinde diğer bir
önemli hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir:
“…
bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve
müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı
müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.
Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni
terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve
validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir
nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur: 'Neden
imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?..' ... ”(Emirdağ Lahikası-I,
Yirminci Mektup)
Ayrıca çocukların küçük yaşta
namaza başlatılması hususunda ise yedi yaşından sonra vefat edenler büyük
insanlar gibi hesaba çekileceklerinden “vildanun muhalledun” ayetinin
ifadesine dahil olmadıklarını, bu yüzden şeriatın “zamanında
namaza başlamayan çocukların hafifçe dövülebilecekleri”ni
söylemesinin hikmetlerini ifade etmektedir.
Çocuk Ruh Sağlığı Açısından Din
Eğitimi
Bazı eğitimciler çocuklara
küçük yaşlarda din eğitimi vermenin laikliğe aykırı olduğunu, ancak ergenlik
çağına geldiğinde hür iradesi ile buna kendisinin karar vermesi gerektiğini
ileri sürüyorlar. Bu görüş, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ateist bir anne
veya baba din eğitimine karşı olsa bile çocuğunu içinde yaşadığı toplumdan
soyutlayamaz. Zira çocuk, yetişkinler gibi peşin yargılara sahip değildir.
Çevresinde gördüğü her şeyle ilgilenir, öğrenme isteğiyle doludur, tarafsız bir
gözlemcidir. İlk defa duyduğu ezan sesini yahut ilk defa gördüğü caminin ne
olduğunu sorup öğrenmek isteyecektir.
Psikolog Antonie Vergote, "Din
Psikolojisi" isimli eserinde, çocukların doğuştan din duygusuna sahip
olduklarını söyler. İnsan sadece etten, kemikten ve kandan ibaret maddî bir
varlık değildir. Onu diğer canlılardan ayıran doğuştan sahip olduğu ruh ve
duygu zenginliğidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek, sevilmek, bir inanca
sahip olmak, kendisini değerli ve güçlü hissetmek ister. Bu da ancak bir
aileye, bir topluma, bir vatana ve bir dine bağlı olmakla mümkündür.
Kuralsız toplum yoktur. Bir
toplumu ayakta tutan kurallar bütününe hukuk diyoruz. Hukukun olmadığı yerde
anarşi, kargaşa ve kaba güç vardır. Hırsızlığı, haksız kazancı, zayıfı ezmeyi,
adam öldürmeyi, kısacası cana-mala-namusa tecavüzü yasaklayan hukuk maddeleri
kaynağını dinden almaktadır. Allah'ın elçisi bütün peygamberler bu kuralları
insanlara bildirmek ve toplum düzenini sağlamak için gönderilmiştir.
Helâl-haram, sevap-günah kavramlarını kullanmadan, yani dinî kaynaklara
başvurmadan çocuklara ahlâkî davranışlar kazandırmamız çok zordur.
Çocuklarımıza Allahı Nasıl
Anlatacağız?
Çocuklar, hikaye ile anlatılan
konuları daha kolay ve daha istekli öğrenirler. Allah'ı ve sıfatlarını
öğretirken Lokman (a.s.) ile oğlu arasında geçen konuşmaları hikaye şeklinde
anlatabiliriz. Ben çocuklarıma Peygamberimizi (asm) anlatırken, çocukları ne
kadar çok sevdiğini, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimizden ve kızı
Fatıma anamızdan örnekler vererek hikaye şeklinde anlatmıştım. Keza gösterdiği
mucizeleri anlatırken de hikaye yolunu seçmiştim. Meselâ, Sevgili Peygamberimiz
ve Hz. Ebu Bekir hicret için Sevr mağarasına gizlendiklerinde yaşanan örümcek
ve güvercin mucizesini hikaye suretinde anlattığımda, oğlum dört yaşındaydı. O
kadar hoşuna gitmişti ki, "Babacığım, bir daha anlat." demişti.
Lokman (as)'ın oğluna yaptığı
öğütlere baktığımızda ilk sırada "Allah'tan başka ilâh yoktur." inancının
geldiğini görüyoruz:
"Hani Lokmân oğluna öğüt
vererek şöyle demişti: 'Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette
büyük bir zulümdür.' "(Lokman,
31/13)
Biz de, bu âyetten hareketle,
çocuklarımıza Allah'ın büyüklüğünü anlatacağız. "Kâinatı,
güneşi, yıldızları, ayı, dünyayı ve üzerindeki bütün canlıları yaratan Odur.
Dünyanın en güçlü kralına da, küçücük sineğe de can veren O'dur. Allah'tan
başka ilâh yoktur. İbadete ve duaya lâyık ancak O'dur. Ancak Allah'ın önünde
eğilir (namaz kılar) ve gücümüzün yetmediği şeyleri O'ndan isteriz. Eğer
Allah'ı unutur, mal, para ve makam elde etmek için başkalarının önünde
eğilirsek Allah'a ortak koşmuş, büyük bir haksızlık yapmış oluruz."
"(Lokmân
öğütlerine şöyle devam etti:) "Yavrum! Şüphesiz
yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut
göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah
en gizli şeyleri bilendir, (her
şeyden) hakkıyla haberdar olandır."(Lokman, 31/16).
Biz de Lokman (as) gibi,
çocuklarımıza Allah'ın yaptığımız her şeyi gördüğünü, aklımızdan ve kalbimizden
geçen en gizli duyguları bildiğini, O'ndan hiçbir şeyi gizleyemeyeceğimizi, iyi
şeyler yaptığımızda çok hoşuna gideceğini ve bizi seveceğini anlatmalıyız.
Sonraki âyetlerde, Lokman (as)
öğütlerine devam eder:
"Yavrum! Namazı
dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı
sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir. Küçümseyerek
surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü
Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt.
Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!"(Lokman, 31/17-19).
Bu âyetlerde hem Allah'a, hem
de O'nun yarattığı insanlara karşı görevlerimiz sıralanmakta; adabımuaşeret
kurallarının bir özeti verilmektedir. Bunları çocuklarımıza anlatırken, kelime
ve açıklamalarımızı onların yaşına ve anlayışına göre seçmemiz gerekir.
Sorulara Çocuk Mantığı ile
Yaklaşmalıyız
Çocukların her konudaki
sorularına cevap verirken yetişkin mantığı ile değil, çocuk mantığı ile
düşünmeliyiz. Yapacağımız küçük bir hata onların zihinlerini karıştırmaya
yetecektir. Çocuklar dört yaşına kadar ben-merkezci bir düşünceye sahiptir. Canlı
cansız ayırımı yapamazlar; onlara göre her şey canlıdır. Bu
sebeple masallarda geçen olayların tamamına inanırlar, uydurma olduğunu
düşünmezler.
Okul öncesi eğitimde masalların
ve dinî hikayelerin rolü büyüktür. Masal kahramanlarının şahsında doğru
davranışları öğretmek kolaylaşır. Çocuk kendisini kahramanın yerine koyar,
onunla özdeşleşir.
Çocuklar yaptığımız basit
açıklamalarla yetinir, fazlasını merak etmezler. Bir anne anlatmıştı:
"Dört
yaşındaki çocuğum bana, 'Anne, neden Allahı göremiyoruz?' dedi. Ben
de gözlerimiz küçük olduğu için Allah'ı göremeyiz, dedim. Kendi kendine mırıldandı: 'Evet,
gözlerimiz küçük olduğu için Allah'ı göremeyiz.' Bu cevap ona yetti, başka
soru sormadı. Büyük çocuklara bu açıklama yeterli olmayabilir."
"Niçin Allahı göremiyoruz,
Allah nerededir, ne kadar büyüktür?" gibi soruların cevabını
vermemiz ve onların şüphelerini ve zihinlerindeki yanlış imajları düzeltmemiz
gerekir. Ben, on yaşında bu soruları soran oğluma karşılıklı diyalog yoluyla
cevap vermiştim.
Önümüzde duran masayı
göstererek sordum:
- Bu masa kendi kendine olur
mu?
- Olmaz.
- Yani bunu yapan biri var,
diyorsun.
- Evet.
- Şu giydiğimiz terlikler ve
ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?
- Olmaz.
- Onları kim yapıyor?
- Adamlar.
- Evet, adamlar yapıyor. Biz
onlara ayakkabıcı diyoruz.Ayakkabı kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor
mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı, ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor.
Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de
kulağı, ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor, değil mi?
- Evet.
- Basit bir masa ve ayakkabı
kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve üzerinde
yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?
- Olmaz.
- Demek onları yapan, yani
yaratan biri var. Kimdir o?
- Allah.
- Evet, dünyayı ve üzerinde yaşayan
canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve biz Ona Allah diyoruz.
Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa, Allah da yarattığı
varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir evde oturmak bize
mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan hiçbirine ihtiyacı
yoktur. Allah'ın varlığını biliyoruz, ama Onu göremiyoruz. Duyularımız, aklımız
ve bilgimiz sınırlı olduğu için her şeyi göremez, her şeyi duyamaz ve her şeyi
bilemeyiz. Allah melekleri nurdan yarattığı için onları da göremiyoruz.
Çocuklarımızı İbadete ve Duaya
Nasıl Alıştırabiliriz?
Sembollerle düşünme, yani soyut
düşünce tam gelişmediği için, çocuklar yedi yaşına kadar her şeye inanırlar.
Dört yaşındaki bir çocuk için imkânsız diye bir şey yoktur, her şey mümkündür. "Dün
gece, sen uyurken, gökten bir yıldız indi; seni öpüp gitti." deseniz
hemen inanır, bunun mümkün olamayacağını düşünmez.
Dört yaşındaki çocuklara
ibadetler ve dua çok ilginç gelir, bizi taklit etmeye çalışırlar. Bizimle
birlikte namaz kılmak, dua etmek, oruç tutmak, camiye gitmek çok hoşlarına
gider. Yemeklerden önce ve sonra Allah'a verdiği nimetlerden dolayı sesli
olarak şükretmek, namazlardan sonra yine sesli olarak dua etmek; kendimiz,
eşimiz, aile büyüklerimiz ve çocuklarımız için iyi dileklerde bulunmak
yavrularımız üzerinde büyük tesir bırakır ve onları Allah'a yaklaştırır.
Küçük çocukların dil ve zihin
gelişimi henüz yeterince olgunlaşmadığı için, soruların amacını tam olarak
ifade edemezler.
Bir gün çarşıda dolaşıyordum.
Annesinin kucağında, iki-üç yaşlarında bir erkek çocuğu parmağıyla camiyi
göstererek sordu:
- Bu ne? Annesi,
- O
bir cami, dedi. Çocuk tekrar sordu:
- Bu ne? Annesi yine aynı
cevabı verdi:
- O
bir cami. Çocuk istediği cevabı alamadığını anlatmak için yine sordu:
- Bu ne? Anne sesini
yükselterek ve kelimelerin üzerine basarak,
- O
bir cami, dedi. Anneye yaklaştım,
-
Hanımefendi, dedim, çocuk caminin adını sormuyor; eve benzemediği için ne işe
yaradığını soruyor.
Eğitimci Yazar Cezmi Tahir
Berktin, "Okul Öncesi Eğitim" isimli kitabında kendi başından geçen
bir olayı anlatıyor:
- Dört yaşındaki kızım, açlık
grevine başlamış gibi, birdenbire yemek yememeye başladı. Bizimle sofraya
oturmuyor, ağzına bir lokma koymuyordu. Bütün çabalarımıza rağmen sebebini
öğrenemedik. Gece olmuş, yatma saati gelmişti. Kucağıma alıp yatağına götürdüm.
Başını okşayarak, "Seni seviyorum, yemek yemeyişin beni üzüyor." dedim.
Ağlayarak boynuma sarıldı: "Babacığım, ne olur sen de
yeme!" dedi ve çocuk diliyle sebebini anlatmaya başladı.
Meğer eşim, farkında olmadan,
bir eğitim hatası yapmış. Her anne gibi, bizim hanım da çocuğun beslenmesini
aşırı önemsediği için kızım soruyor:
- Anne, neden yemek yiyoruz?
- Büyümek için.
- Büyüyünce ne olacak?
- Yaşlanacağız.
- Yaşlanınca ne olacak.
- Her yaşlı gibi bir gün biz de
öleceğiz.
Kızım, o küçük mantığı ile
ölümden kurtulmanın çaresini yemek yememekte buluyor. "Yemek yemesem büyümem, büyümezsem yaşlanmam,
yaşlanmazsam ölmem" gibi basit bir mantık
geliştiriyor.
Berktin Hocanın da ifade ettiği
gibi, biz ne kadar saklasak da çocuk er veya geçölüm gerçeği ile
yüzleşecektir. Çok sevdiği büyükannesi, büyükbabası veya arkadaşı öldüğünde
bize sormayacak mı: "Büyükannem (veya arkadaşım) nereye
gitti?" Vereceğiniz cevapta ahiret (cennet) inancı yoksa, ayrılık
acısıyla dolu o küçük yüreği nasıl teselli edeceksiniz? Omuzlar üzerinde
taşınan bir tabutu görüp sorduğunda ne cevap vereceksiniz?
Korkutarak Değil, Sevdirerek
Eğitmeliyiz
Çocuklar dört-beş yaşına kadar
rüya ile gerçeği birbirinden ayıramaz, düşüncelerin ve hayallerin
gerçekleşebileceğine inanırlar. Kardeşini kıskandığı ve içinden
ölmesini arzuladığı zaman, bunun gerçekleşeceğini düşünerek korkar, suçluluk
duygusuna kapılır.
Çocuğun yaramazlığından bıkan
bir anne, "Beni çok üzüyorsun, bir gün üzüntüden
öleceğim." diye yakınsa veya "Allah annelerini üzen
çocukları sevmez, cehenneminde yakar." diye korkutsa, çocuk
bunun gerçekleşeceğini zannederek paniğe kapılır.
Çocuklara din eğitimi verirken,
çoğu aileler farkında olmadan korku objesini kullanırlar. Salzman tarafından
kaleme alınan ve "Yengeç Kitap" olarak
bilinen bir eğitim klasiğini "Çocukları Kötü Eğitmenin
Yolları" adıyla çevirmiştim. "Çocukları Dinsiz Yapmanın
Yolları" başlığı altında şu tavsiyeler yer alıyordu:
"
Zorla dua ezberletin, ezberleyemediği zaman cezalandırın.
" Yaramazlık yaptığı zaman
Allah'ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutun.
"
Din adamlarını, dindar akrabalarınızı ve komşularınızı çekiştirin, yaptıkları
hataları sayarak gözden düşürün.
Salzman, çocuklarına söz
geçiremeyen beceriksiz bir annenin hikayesini anlatırken de şöyle der:
"Bu ahmak kadın
çocuklarını üç şeyle korkutarak sindirmeye çalışırdı: Öcü, baba ve Allah.
Çocukları yatmaya zorlamak için,
- Yatın çabuk, kapatın
gözlerinizi, yoksa öcüler gelir sizi yer, derdi. Yaramazlık yaptıkları
zaman,
- Allah annesini üzen çocukları
cehenneminde yakar, diye korkuturdu. Bir suç işleyen veya yalan söyleyen çocuğu
tehdit eder,
-
Baban akşam gelsin görürsün sen, temiz bir dayak ye de aklın başına gelsin,
derdi."
Çocuk eğitiminde
davranışlarımız sözlerimizden daha etkilidir. Namaz kılacağı zaman
çocukları odadan dışarı çıkaran anne babalar var. Camide çocuk azarlayan ve
dışarıya kovalayan yaşlılar görürsünüz. Sebebini sorduğunuzda, "Yaramazlık
yapıp namazımızı bozuyor." derler. Davranışlarıyla çocukları
dinden soğuttuklarının farkında değildirler.
Bir gün ailece yaşlı bir
akrabamızı ziyarete gitmiştik. Hoş beş ve çay faslından sonra sıra namaz
kılmaya geldi. Biz namazda iken dört yaşındaki oğlum gelip sırtıma çıktı,
kollarıyla boynuma tutundu. İkimiz de buna alışığız. Peygamberimiz (asm)'in
çocuk sevgisini anlatırken Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin dedeleri
namazda iken sırtına tırmandıklarını, Peygamberimiz (asm)'in buna ses
çıkarmadığını, böyle birlikte namaz kıldıklarını anlatmıştım. O günden sonra,
kimbilir belki de kendisini Hz. Hasan veya Hüseyin yerine koyarak, ben namazda
iken gelip sırtıma tırmanır, elleriyle boynuma tutunur, böylece birlikte
secdeye varırız. "Ne
yapıyorsun?" diyenlere de "Babamla
namaz kılıyorum." der.
Biz oğlumla son rekatta iken,
namazını bitiren yaşlı akrabamız hışımla çocuğu sırtımdan alıp odadan dışarı
çıkardı ve kapıyı kapattı. Bana, "Bu
namaz olmadı, yeniden kılacaksın!" dedi. Güldüm. "Yapma Hacı Amca, Peygamberimiz (asm)'in namazını
bozmayan bir şey neden benim namazımı bozsun." dedim.
Ne demek istediğimi anlamadı tabiî. "Neymiş
Peygamberimizin namazını bozmayan şey?" dedi
kızarak. Ben de anlattım, ama aklı yatmadı. "Olmaz
öyle şey, nereden uyduruyorsun bunları!.." dedi.
Çocuklara Cenneti Olan Allah'ı
Anlatmalıyız
Bir akşam bir komşumuz telefon
etti:
- Ali bey, bizim çocuğa bir
haller oldu, nazara geldi herhalde, şeytan ağza alınmayacak şeyler
söylettiriyor, dedi.
- Hayırdır, hele anlat bakayım, dedim.
Anlatmaya başladı:
- Ah sormayın, benimle birlikte
namaz kılan, camiye giden bu güzel çocuğa neler oldu anlamıyorum. Gerçi yaşı
daha küçük, dört yaşında, ama söylediği şeyler aklımı başımdan aldı, ne
diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım. "Ben namaz
kılmayacağım!.." diye tutturdu. Olur mu, Allah namaz kılmayanları
cehenneminde yakar, dedim. "Ben de onu yakarım!" demez mi?
Şaşırdım kaldım. Aklıma bir hocaya götürüp okutmak geldi, ama gitmeden önce
size bir danışayım dedim.
Komşuyu dinledikten sonra
güldüm.
- Hocaya filan götürmenize
gerek yok, çocuk haklı, dedim.
Böyle bir cevap beklememiş
olacak ki, tepkisi sert oldu.
- Ne diyorsunuz siz, Ali bey?
- Küçük çocukları cehenneminde
yakan Allah'ı hangi çocuk sever ve içinden gelerek namaz kılar? Çocuğu
cehennemle korkutmaya ve Allah'tan soğutmaya ne hakkınız var? Çocuklara
cehennemin kapalı olduğunu bilmiyor musunuz? Peygamberimiz (asm) buyuruyor ki: "Buluğa
erinceye kadar çocuktan ve akıl hastasından kalem kaldırılmıştır." Çocuğu
cehennemle korkutarak hem Allaha, hem çocuğa haksızlık ediyorsun. Çocuğun
tepkisi gerçek Allah'a değil, senin uydurduğun Allah'a. Bu vebalin altından
nasıl kalkacaksın?
Çocuk adına çok üzüldüğüm için
sözlerim sert olmuştu, bunun farkındaydım, ama kendimi tutamamıştım. Adam bir
müddet sustuktan sonra:
- Ali bey, kusura bakmayın,
aklım iyice karıştı... dedi. Ben hocalardan Peygamberimiz (asm)'in "Çocuklarınızı
yedi yaşından itibaren namaza alıştırın.", dediğini duydum.
- İyi de kardeşim, cehennemle
korkutarak alıştırın dememiş ki!..
- Haklısınız galiba... Peki, ne
olacak şimdi? Hatamı nasıl tamir edeceğim?
- Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı
var, gelin de bunu nasıl yapacağımızı konuşalım.
Baba iyiniyetli ve söz dinleyen
biri olduğu için, verdiğim tavsiyeleri yerine getirdi ve çocuğun bozulan
itikadı kısa zamanda düzeldi.
Çocuklarda Ölüm Korkusu
Araştırmalar, okul öncesi
çocuklarda ölüm korkusunun çok baskın olduğunu göstermektedir. Öncelikle anne
babasının, daha sonra kendisinin öleceğinden korkar. Ölüm korkusunun tek çaresi
ahiret inancıdır. Ölümü öldürüp kabir kapısını kapatamadığımıza göre, "Nereden
geldik, nereye gideceğiz?" sorusuna cevap bulmak
zorundayız. Bu sorunun cevabı da İslâm inancında vardır.
Bir gün bir hanım okuyucum
telefonla beni aradı. Ağlamaklı bir sesle,
- Ali bey, annemi kaybettik, dedi.
Başsağlığı ve sabır diledim.
Konuşmaya devam etti:
- Annemin öldüğüne fazla
üzülmüyorum, iyice yaşlanmıştı, kendini zor taşıyordu. Namazında, niyazında,
iyi bir insandı. Çok defa, "Allah'ım beni çocuklarıma yük etme,
yatağa düşürmeden emanetini al, beni Hasan'ıma kavuştur." diye dua
ettiğini duydum. Hasan derken ölen babamı kastediyordu. Babamı üç sene önce
kaybettik. Sözü fazla uzatıp başınızı ağrıtmak istemiyorum. Dört yaşındaki
kızım için arıyorum. Büyükannesini çok severdi. Annem ölünce, kızımı hemen
götürüp teyzesine bıraktım. Annemin hasta olduğunu söyledik, öldüğünü bilmiyor.
Uzun süre saklamamız imkânsız, bir şekilde bir yerlerden duyacak veya nereye
gittiğini soracak. Ne cevap vereceğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyorum; bana
yardımcı olun lütfen.
Tekrar başsağlığı ve sabır
diledim.
- Siz inançlı bir insansınız.
Bir-iki gün sonra acınız hafifleyince çocuğunuzu yanınıza alın. Ona "büyükannesinin
öldüğünü, fakat cennete gittiğini, orada daha güzel bir hayat
yaşayacağını" anlatın, dedim.
Anne biraz tereddüt geçirdikten
sonra:
- Ben de buna benzer şeyler
anlatmayı düşünmüştüm, dedi. Ancak, "Büyük annemi bir daha göremeyecek
miyim?" derse ne cevap vereceğim?
- Çocukların sorularına cevap
verirken dürüst olacağız. Detaylara girmeden, kısaca, anlayacağı kelimelerle
cevap vereceğiz. Nasıl inanıyorsak öyle anlatacağız. İnancımıza göre, ahirette
yine biraraya geleceğiz, akrabalık ve dostluk ilişkilerimiz devam edecek. Siz
de çocuğunuza bunları anlatın. "Büyükannesiyle
cennette buluşacağını, yine kendisini seveceğini" söyleyin.
Çocuğun din eğitimini bir
makaleye sığdıramayacağımızı siz de takdir edersiniz. Çocuklardan gelen,
cevaplamakta zorluk çektiğiniz soruları elektronik posta adresime
gönderebilirsiniz; elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağımdan emin
olabilirsiniz.
Konu ile alakalı detaylı bilgi
edinmek isterseniz Ali Çankırılı'nın "Çocuğun Manevi
Eğitimi" isimli kitabından faydalanabilirsiniz.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...KAYNAK : Sorularla İslamiyet
Hiç yorum yok